13 Kasım 2011 Pazar

sustum

Daha doğrusu susturuldum.Bugün tam 11 gün oldu konuşmayalı,tek kelime olsun dudaklarımdan dökülmeyeli.Tabiiki birilerine karşı alınmış bir tavır değil bu suskunluk.Ses tellerimdeki nödülden dolayı.Tedavi öncesi belirleme diyebiliriz.Bazen çok güzel oluyor,sadece dinliyorum,yorum yok.Ama sıkıldım artık.Söylemek istediklerimi yazamıyorum,söylemek daha farklı.Yazarken bana bile anlamsız geliyor bazen.İstanbul ziyaretim bile böyle geçti.Suskun.Kardeşlerimi her ne şekilde olursa olsun görmek çok güzel.Yeğenlerim,kardeşlerim tüm aile bir aradaydık.Bunun için bile yeterliydi gitmek.Ama keşke konuşabilseydim,konuşmayı çok isterdim bu sefer.Neyse,sessiz durdukça kafama takacağım sorunlar artıyor.Buraya dahi yazmak istemiyorum.Bu seferki anlamsız ve kısa bir yazı olsun.

18 Eylül 2011 Pazar

bir tek çorap değilki,ayakkabıda düşman bana

Yaz geldi,kalın kıyafetlerden kurtulduk,özellikle çoraplardan!!Çorapsız ayakkabı giyeceğim ama ayakkabılar hiçte hoş değil.Yada ben beğenmiyordum.Okula giderken önünden geçtiğim bir vitrinde,çok güzel bir ayakkabı gördüm.Bordo renkte,ayak üzerinden bağcıklı,düz babet tipinde bir ayakkabı.Eve gelip anneme anlattığımda,annem önce sessizce bekleyip"dur bakalım"dedi.Bu bile bir sevinçti,hayır demedi.Ben ayakkabıyı gördüğümde daha yaz başıydı,okulun bitmesine bir iki ay var.Bol bol okulda giyerim diye düşünüyordum.O ay almadık ayakabıyı,bir sonraki ayda.Okullar kapandığı hafta ablam avans almıştı,beraber gidip ayakabıyı aldık.Ama ben okulda giyinmek istiyordum.Yinede herşey bitmiş sayılmazdı,bütünlemeye kalmıştım ve benimle birlikte sınıftan çok kalan olmuştu.En azından sınav zamanı giyip okula giderdim.Ayakkabıları aldığım akşam mahalledeki arkadaşlar toplanmışlar, benide çağırdılar.Ben ayakkabılarımı giyinip bağcıklarını bağlarken,sağ ayağımın bağcığı koptu!İnanmıyorum yaa,neden böyle şeyler beni buluyor.Sinirimden merdiven başında ağladım.Ablam geldi,kopan kayışı yerine dikti.En azından çorap kadar kötü görünmüyordu.Sınav zamanları haricinde giymemeye çalışıyordum.Aksilikler peşimi bırakmıyor yaa,bu sefer ayakkabı tamamen kopar diye korkuyordum.Herşeye rağmen çok şık ayakkabıydı,onun kadar beğendiğim ayakkabım olmadı.

anne ne olur ince çorap alalım

Artık liseliyim!Çevrenin en güzel lisesine Bakırköy ticaret lisesine yazıldım.Oraya kaydolmak zordu.Ama şansım yaver gitmişti ve yedeklerden girmiştim.Daha sonraki zamanlarda okulda yaşadığım sıkıntıları görebilseydim,kendime şanslı demezdim.Semt olarak oturduğumuz yerle,okulun olduğu bölge arasında farklar vardı.Bakırköy daha çok zengin kesiminin olduğu semtti.O okula gelen öğrencilerde maddi açıdan sıkıntısı olmayanlardı.Bizde harcamalarımıza dikkat etmemiz gerekiyor.Yanımda harçlık götürdüğüm günler azdı,o günlerde bile dikkatli harcardım parayı.Ama sınıf arkadaşlarım ceplerindeki harçlıklarıyla en pahalı mağazadan kıyafet alabiliyorlardı.Teneffüste beraber gezemiyorduk,onlar kantine gidip istedikleri gibi yiyip içerlerdi,bende canım istemiyor bahanesiyle oradan uzaklaşırdım.Bu durumlardan dolayı okuldanda soğudum.Kılık kıyafette çok önemliydi.Formalar aynı olduğu için bir sıkıntı yoktu,ama ayrıntılar dikkat çekebiliyordu.Mesela ayakkabı,çorap,çanta gibi.Kışın kullandığım,uzun yıllardır eskimeyen,hiç sevmediğim kalın çoraplarım vardı.Çok farklı bir malı vardı,ne ince ne kalındı,kaşındırıyordu.Bütünn kızlarda ince çoraplardan vardı.Birgün annemle pazara gitmiştik,orada küçük çocuk gibi tutturdum ince çorap diye.Annem"kızım bunlar soğan zarı gibi incecik,birgün dayanmaz.Yazık verilen paraya"desede,ben"anne ne olur alalım.Herkesin var,onlar kullanıyor.Ben dikkat ederim,yırtmam.Ne olur anne"dedim.Annem dayanamadı bir çift lacivert ince çorap aldı,formam lacivertti çünkü.Ertesi gün yeni çoraplarımı giyinip okul için evden çıktım,iki sokak ötedeki arkadaşımı çağırdım,onların kapısında durdum.Hiç birşey yapmadım,bir yere yaslanmadım,bacağım biryere değmedi,ama çorabım yukardan aşağıya doğru yırtılmaya başladı.Ben birden bağırıp ağlamaya başladım,arkadaşım geldiğinde hemen çorabın kaçan yerine uhu sürdü.Lacivert çorapta beyaz,donmuş uhu nasıl görünür siz tahmin edin.Bari okula gitseydimde arkadaşlar yeni çorabımı görselerdi.Ondan sonra kaçsaydı bu lanet çorap.Okulda kaçan yerini saklayarak,arkadaşların içinde gezerek sözde yeni çorabımı gösteriyordum.Tabii akşam eve gelip anneme anlatınca,kadıncağız haklı olarak"ben demedimmi onlar incecik dayanmaz diye.Sen sabah yine o eski çoraplarını giy"dedi.Benim ince çorap sevdam,hain çoraplar yüzünden birgün sürdü.Eski kalın,sevimsiz,yırtılmayan çoraplarla o yılı bitirdim.

16 Eylül 2011 Cuma

hastanedeyim

Ortaokul sonlardayım,bu dönemde bende bir iştahsızlık,yorgunluk hali oluştu.Annem sürekli doktorlara götürüyor ama hep aynı şeyler söyleyip,iştah şurubu,ilaçlar veriyorlar.Hızlı kilo kaybım arkadaşlar arasında şaka konusu olmuştu.Cebine taş koy yoksa uçarsın diye bana takılırlardı.Annemin hoşuna gitmiyordu kilo verişim."Okula koyduğum ekmeği yemiyormusun sen"dediğinde "yiyorum anne"demiştim.Ama annem ekmeği boş yediğimi bilmiyordu çünkü,ben ve Veysel abim bize konulan ekmeğin içindeki peyniri çıkarıp,Göksel'in beslenme çantasındaki peynir tabağına koyuyorduk.Nasıl olsa bizimki ekmeğin içinde görünmüyor,ama onunki tabakta.Az olmasın,arkadaşlarının yanında mahçup olmasın diye,sokak başında bu işi yapardık.Kilo kaybımın bununla bir alakası yoktu,sürekli uyku halide oluşmaya başladı.Annem birkez daha hastaneye götürdü,yine aynı şeyler söylenince,annemin hiç görmediğim yanını gördüm.Odada bağırmaya başladı"aylardır aynı şeyleri verip eve gönderiyorsunuz,kızım gitgide kötüleşiyor.Eğer çocuğuma birşey olursa karışmam artık,sizi şikayet ederim."Doktor"hanım dur sakin ol,bir daha muayena edelim"dediğinde annem"muayene değil,ben ciğer filmi istiyorum"dedi.Canım senin istemenle olurmu film,falan deselerde annem diretti."Ben astım bronşit hastasıyım,kızımın hali hoşuma gitmiyor.Korkuyorum ondada olacak diye"deyince doktor ciğer filmimi istedi.Sonuç;ciğerler su toplamış,acil hastaneye yatış.Ben tek başıma yastanede yatmaktan korkuyorum,ağlıyorum.Annem çaresiz"yatacaksın,yoksa iyileşemezsin"diyor.Sonunda yatış günüm geldi Validebağ öğretmen hastanesi.Biz İstanbul'un avrupa yakasında,hastane anadolu yakasında,yol çok uzun.Vapur iskelesine geldik,elimde hastanede kullanacağım eşyaların olduğu çanta,annemin peşinden gidiyorum.Ben küçüklüğümden beri kitapları çok severim.Elime geçen herşeyi okurum,birde bana yeni kitap alınırsa değmeyin keyfime.Annem bu huyumu bilir,beni teselli etmek için iskeledeki seyyar kitapçının önünde durup"hadi gel sana kitap alayım"dedi.Okulda arkadaşlar arasında çok konuşulan -yılanı öldürseler-kitabını aradım,yoktu.O arada vapur geldi biz kitap alamadan vapura bindik.Ben ağlıyorum,annem kitaba ağladığımı zannedip"üzülmü alırım o kitabı sana"dedi.Ben kitaba ağlamıyordumki.Neyse ben hastaneye yattım,kansızlık çok fazla dediler her gün kan iğnesi,ilaçlar.Hafta sonu ziyaretçi günü annem geldiğinde çantasından bir kitap çıkardı"bak bakalım doğru kitapmı almışım?sen o gün adama söylerken duymuştum,yılan falan diyordun.Bende aldığım yere sordum budur abla dediler.Bumu?"Baktım,evet tastamam doğru kitabı almıştı,hemen boynuna sarıldım.Sarılınca anladımki annemi çok özlemişim,yine ağlamaya başladım.Annem haftaya gelemiyeceğini ama Yüksel abimin geleceğini söyledi.Hemde bir sürü kitap getirecekti.Annem gittikten sonra ben kitabı bir solukta okudum,abimin gelişini bekliyorum.Hafta sonu geldi, sabırsızlanıyorum,kaç kitap getirecek abim.Ama abim bir türlü gelmedi,saatler geçti abim yok.Nede olsa çocuğum,ağlamaklı yatağımın içinde otururken,koğuştaki diğer hastalar"hadi git bizlerede kendinede bisküvi al"deyip elime para verdiler.Danışmanın önünden geçerken,bir adamın danışmadaki kızla konuştuklarını duydum.Adamın sesi bizim okulun müdür yardımcısı Murat beye çok benziyordu.Biraz daha yaklaştım,yüzünü göremiyordum ama "hanımefendi çok uzaktan geldik,görüş saati doldu ne demek?Öğrencimizi görmedenmi gidelim,bahçede arkadaşları,öğretmeni bekliyor"deyince ben Murat beyin boynuna sarıldım.Adamcağız neye uğradığını şaşırmıştı.Hemen başhekime gittik,yazılı izin aldık,bahçedeki görevliye verdik.Sınıfın neredeyse yarısı gelmişti,birde edebiyat öğretmenim Keriman hanım.Arkadaşlar eli kolu dolu gelmişler,hediyeler çiçekler yiyecekler.Yarım saat oturduk,sonra gittiler,ben kollarım dolu bir halde odaya döndüğümde,odadakiler şaşkın bana bakıyorlardı."Biz seni kantine gönderdik sen nereye gittinde gelemedin?hem bunlarda ne"dediler.Benim ağzım kulaklarımda olanları anlattım.Bunun üzerine abimde kısa süreli izin alıp odaya geldi,vapuru kaçırmış.Elinde kocaman bir çanta,bana kitaplar getirmiş.Abim gittikten sonra bütün kitapları yatağın üstüne koyup hepsine dokundum.Önce hangisini okuyacağıma karar veremiyordum.Odadaki diğer hastalar artık benden ümidi kesmişlerdi,biliyorlardıki kitap varsa ben hiç birşeyle ilgilenmem.Öylede oldu,bir ay hastanede yattım,abim kitap yetiştiremiyordu bana.Polisiye,romantik,yabancı,türk.Ne bulursa getiriyordu.Ben 10 kilo alarak oradan ayrıldım,hastalıktanda tamamen kurtuldum.Annemin sayesinde.....

10 Eylül 2011 Cumartesi

haçlığımı kaptırmam!!!

Okul zamanları.Hepimiz okula gidiyoruz,annem tek başına yetişmeye çalışıyor.Birtek ablam okumuyor,oda ilkokulu bitirdikten sonra,bir evde yatılı,çocuk bakmak üzere işe başladı.Annem hepimizin okumasını istiyordu,ama ablam okumayacağını,çalışıp anneme yardımcı olacağını söylemişti.Bu yıllar boyuda böyle oldu.Ablam çalıştı,tüm kardeşler okuduk.Hakkını ödeyemeyiz,fedakar ablamın.Böyle zamanlarımızdan biri,Göksel'e annem harçlık verdi.Paraya baksan çokta fazla değil,ama o harçlık herzaman alınamıyor.Herhalde ablam maaş almıştı.Göksel önlüğünü giyinip okula doğru yola çıktı.Mahallede,herkesin söylediği şekilde söylüyorum,çingeneler vardı.Ozamanlar Gültepe'de çingeneler çoğunluktaydı.Mesela benim sıra arkadaşımda çingeneydi,çokta iyi anlaşırdık.Azılıları da vardı.Söylediklerini yapmadığın zaman acımasız oluyorlardı.Göksel'in önünü kesip para istemişler,o zaman parası olmadığı için kurtulmuş.O gün okula hazırlanıp çıktığında çingeneler önünü kesiyor ve para istiyor.Harçlık herzaman olmuyorki.Onu okulda harcamak,kantinden birşeyler almak,büyük zevk.Bizimki elini cebine sokup"param yok" diyor ama karşı taraf cin.Hareketinden anlıyorlar.Onlar parayı almak için,bizimki vermemek için kavgaya tutuşuyorlar.Etraftan insanların geldiğini görünce,karşı taraftan biri falçatayla Göksel'e saldırıyor.Eve döndüğünde,annem neden geri geldiğini sordu.Göksel kafayı kaldırdığında neden geldiğini anladık.Üst dudağı yukardan aşağıya falçatayla kesilmişti.Ağzı yüzü kan olmuştu,ama yinede gülüyordu.Niye güldüğünü sordığumuzda,elini cebine soktu,harçlığını çıkardı."Bak,paramı onlara kaptırmadım anne"dedi.Avucunu sıkmıştı,hem parasını kaptırmamıştı,hemde canı yanıyordu.Hastanenin aciline gidilip dikiş atıldı.Bu yaranın izi hala üst dudağında vardır.Göksel normalde çok hassas bir çocuktu,kavgadan uzak dururdu.Bu hareketi hepimizi şaşırtmıştı.Çocuk haliyle bile paranın zor kazanıldığını anlamıştı,ve ne kadar cesur olduğunu göstermişti.Hala öyledir Göksel.Baksan olaylardan uzak duruyor dersin,ama gerektiği yerde öyle müdahaleleri vardır ki,işte diyorum,o küçük Göksel.Birkaç kaba kuvvet meraklısına elindekini kanı pahasına kaptırmayan,cesur kardeşim.

4 yaşında bir erkek çocuğu kaybolmuştur.Bulanların......

Böyle bir anonsu hiç duydunuzmu bilmiyorum ama bizim çocukluk yıllarımızda,kaybolanları camiilerden,megafonla duyururlardı.Bizimde başımızdan bir kaybolma olayı geçti.İbrahim 4 yaşında,evimizin bahçesinde oynuyordu.Aslında hepimiz okul haricinde bahçemizin dışında pek oynamazdık.Bahçemiz çok büyüktü,sonunu göremezdik.Büyük büyük ağaçlar vardı,salıncaklar kurardık.Birde babam vefat ettiği için,annem gözünün önünde olmamızı isterdi.Bizim oturduğumuz ev yol tarafından bakıldığında 2 kat görünüyordu,yan tarafından bir yolla bizim oturduğumuz zemin kata iniliyordu.Yani ev aslında 3 kattı.Biz üst katlarla bağımsızdık.Böyle olması bizim için iyiydi.Ev sahibi ile sorunlar yaşıyorduk.Babamın vefatından sonra bizi evden çıkarmak istiyordu,bunun için elektriğimizi kesiyordu,camlarımızı çocuklara taşlatıyordu.Daha fazlasıda var ama yazmak dahi istemiyorum.Hatırlamak acı veriyor.Umarım bize yaptıklarının hesabını vicdan olarak olsa dahi ödeyebilmiştir.Biz kaybolma olayına geri dönelim.Küçük kardeşim İbrahim bahçede oynuyordu,üst yoldan komşumuzun kızıda onunla beraber.Yaşıtlardı ama kız cin gibiydi,heryere girip çıkıyordu.Biz kardeşimizi gözümüzün önünden ayırmıyorduk.Bir ara biz eve girdik,küçük kız eve giderken kardeşime"sen bize gel"demiş.Bizimki kız gittikten sonra onlara gitmek için üst yola çıkmış.Ne tarafa gideceğini bilmez halde yürümeye başlamış,bahçeden çıkmayan biri için üst yol fazla hareketli.Böyle yürürken o zamanlar at arabalarında çingeneler,müzik aletleri çalarak gezerlerdi,onları görüp arabanın peşinden gidiyor.Bizler İbrahim'in kaybolduğunu anladığımızda,hemen heryere haber saldık,aramadığımız yer kalmadı ama İbrahim yok.Benimle Veysel abim beraber arıyoruz,ikimizde ağlıyoruz.Ya kardeşimizi birdaha göremezsek?Akşamın karanlığı çöktüğünde dahada korkmuştuk.Bizimki at arbasının peşinden giderken caddeye çıkmış,yol üzerindeki demirci dükkanının sahibi görüyor.Kardeşimin gidişindeki garipliği fark ediyor, kaybolduğunu anlıyor.Hemen kardeşimin yanına gidip"annen baban nerde"diye sorduğunda İbrahim"bilmem"deyip ağlamaya başlamış.Adamcağız onu alıp eve götürmüş,hanımına olanları anlatmış.Hanımıda kardeşimi yıkadıktan sonra yeni tişört ve şort alıp giydirmiş.Bizler evde ağlarken annemle Yüksel abim mahallenin camiisine gidip kardeşim hakkında bilgileri vermişler.Kaç yaşında,üstünde kıyafetleri neler,gibi bilgiler.O akşam İbrahim hiç tanımadığımız,ama iyi niyetli insanların evinde kaldı.Gece yatarken kardeşime sormuşlar"sen kimle yatıyordun"diye,o da"babam öldüğü için annemle yatıyordum"demiş.Adamcağız hanımına"bu gece senle yatsın,beniçerdeki divanda yatarım"demiş.Bir güzel karnını doyurup yatırmışlar.Sabah erken saatlerde camiilerden kaybolma anonsunu duyunca,en yakın karakola götürüyor İbrahim'i.Bizler bulundu haberini alınca sevinçten havalara sıçrıyoruz.Neredeyse 24 saat evden uzaktaydı.Tüm tanıdıklar,komşular bizim bahçeye gelmişlerdi.Kardeşim kucaklarda eve geldi,masanın üzerine oturtuldu.Herkes bir taraftan sorular soruyordu.Seni kim buldu,nereye gittiniz,ne yedin,nerde yattındiye.İbrahim hepsini cevapladı.Onun,o masada oturup,soruları cevaplarken takındığı tavır,sanki kahramanlık yapmışta onu anlatıyor havasındaydı.Bu kadar büyük ilgi hoşuna gitmişti.Uzun bir zaman gelen herkese bunları anlatıp durdu.Biz artık dinlemekten sıkılmıştık.Bunu farketmiş olmalıki ilgiyi üzerine çekmek için bir gün,evin içinde saklanmış.Biz arıyoruz ama İbrahim yok.Annem panikle etrafa koşuştururken İbrahim perdenin arkasından çıktı.Anneme"kayboldum diye korktunmu anne?"diye sorunca,annem anlamıştı.Ona sarıldı,"çok korktum,birdaha beni bırakma tamammı?"dedi.İbrahim ,artık büyüdüğünü,annesine sahip çıkması gerektiğini düşünerek"merak etme gitmem"dedi.Annem armızdan ayrılana kadarda yanından ayrılmadı.

7 Eylül 2011 Çarşamba

Çocukken olabilecek küçük kazalar???

İlk anlatacağım gerçekten küçük kaza.Oyuncaklarımızın içinde bir tavuğumuz vardı,yumurtalarını ağzından yerleştiriyorduk,sırtına basınca tavuk yumurtluyordu.Sistem buydu,ağzından koy,sırtına bas,tavuk yumurtlasın.Ama oyuncaklar bile bizim elimizde tehlikeli olabiliyordu.Bu tavuğu Göksel eline almış,yumurtaları yerleştirmiş,sonrada yumurtanın çıkacağı yeri ağzına tutmuş.Basmış tavuğun sırtına,yumurtalar Göksel'in ağzına.Annem olayı fark edene kadar devam etmiş bizimki.Doktora gidiyorlar,tuvaletini takip edin diyor doktor.Bir kaç gün annem takipte...İkincisi bu kadar basit değil,çünkü bunu yapan Veysel abim!!Karyola ve divanlar vardı,yaylı.Bu yaylar S şeklinde burgulu,her iki ucu çengelli çelikten.Bunlarla niye oynanır hala bilmiyorum ama abimin elinde bir tane var.Bunu çok iyi hatırlıyorum,abim bir ara yayı ağzına aldı,dilinin üzerinde çeviriyordu.Herhalde ayağı halıya takıldı,dengesi bozulunca ağzındaki yayı birden yutuverdi.İki tarafı çengelli çelik yay!Hemen doktora gidildi.Doktorun yüzü allak bullak,"yapılacak birşey yok, tuvaletini takip edin" dedi.İnanılmaz birşey ama o yay iç organlarına bir zarar vermeden dışarı atıldı vücuttan.Birde Veysel abimin başı sandalyenin çubukları arasında sıkışmıştı ama,yay olayının yanında hafif kalır.Yinede kısaca anlatayım.Annem komşuda kur'an dinlemeye gitmişti,biz evde oynuyoruz.Veysel abim bizim gibi sakin bir şekilde oynayamadığı için evin eşyalarıyla oynuyordu.Evdeki sandalyelerin sırt kısmı şeritler halinde çubuklarla yapılmıştı.Abim başını hafif yan çevirip çubuklarırın arasına soktu,ama geri çıkaramadı.Kafası oraya nasıl girmişti bilemiyorum,geri çıkmıyordu.Abimin yüzü kızarmaya başladı.Bizde korkumuzdan,abimin kafasında sandalye,mahallenin içinde yürüyoruz.Annemin yanına gittik,oda komşulardan bir amcaya rica etti.Sandalyenin çubukları testereyle kesildi.Veysel abimde sandalyeyi kafasında taşımaktan kurtuldu.Canııımm,çocukken olur böyle küçük kazalar değilmi???

ah o gaz lambasının camı!!!

Bir zamanların olmazsa olmazı,her evde bulunan gaz lambaları,bizim evdede vardı.Onun temizliği başlı başına promlemdi.Gaz lambasının camının şeklinden dolayı elimiz içine girmezdi,ama ortasındaki hisli bölgeyi silmek gerekiyor.O zaman uzun bir bezi elimize alırdık,camın o bölgelerine ulaşmaya çalışırdık.Gaz lambalarını yakmanın da bir şekli vardı.Önce camını çıkarıp fitilini ateşlersin.Sonra fitilini iyice kısıp camı yerine takarsın,yavaş yavaş fitili yukarı verip,ışığı arttırırsın.Sıra bu.Ben daha 7-8 yaşlarındayım,annem akrabalardan birine gitmiş,tam olarak neden olduğunu hatırlamıyorum ama,Göksel'le ben evde yalnızız.Hava hafif kararmaya başlayınca,biz içeri girdik.O arada elektrikler kesildi,gaz lambasını yakayım dedim.Camını çıkarıp fitili yaktım,camını hemen taktım.Birkaç saniye sonra cam sesli bir şekilde patladı.Göksel'ide yanıma alıp bakkala gittim,gaz lambası camı aldım.Lambayı tekrar yakıp,fitilini kısmadan tekrar camı taktım,cam yine patladı.İçimi korku aldı,hem karanlık çöktü,lambayı yakamıyorum,hemde sürekli camlar patlıyor,yenisini almak zorunda kalıyorum.Bu şekilde 4 tane cam patladı.Ben artık yenisini alamıyorum,çünkü bakkal veresiye veriyor,deftere sürekli yazdırıyorum.Kardeşimi yanıma alıp bahçeye çıktık,annemleri bekliyoruz,bir yerdende ağlıyorum.Ben ağlayınca haliyle Göksel'de ağlıyordu.Komşumuz dışarıya çıkıp neden ağladığımızı sorduğunda,olanları anlattım.O da bakkala gidip bir tane cam aldı,geldi lambayı yakıp biraz bekledikten sonra fitili yükseltti.Lamba sorunsuz birşekilde yandı.Kısa süre sonrada annem geldi,Olanları o zaman anlatamadık,ne zaman bakkal defteri hesaplanmak üzere ele alındı,o zaman anlaşıldı bizim cam olayımız.Ama annem kızmadı,çokmu korktunuz dedi.Evet korkmuştuk,bakkal defterine bu kadar çok yazdırmaktan korkmuştuk.Her ne kadar çocukta olsak o hesabın ne zorluklarla ödendiğini biliyorduk,üzülüyorduk.O olaydan sonra lambanın camını daha dikkatli temizledim,ve kırmadım.

5 Eylül 2011 Pazartesi

meyve suyu severmisiniz?kolunuz kesilse bile.

Yazın en sıcak zamanları,evde oyun oynuyorum.Babam seyahatten yeni gelmiş,ev yiyecek içecekle dolu.Böyle zamanlarda evde olmak,dışarı çıkmaktan daha cazip hale geliyor.Babamın getirdiklerinden yiyip içiyoruz.Tüm kardeşler evdeyiz.Annem bahçede birşeylerle uğraşıyordu.Fazla koşuşturmaktan ağzım dilim kurumuştu,mutfağa gittim.Dolabı açınca su yerine canım meyve suyu istedi.O zamanlar schweppes markalı meyve suları yeni çıkmış.Adını bile doğru bir şekilde söyleyemiyorum.Hem onlardan var hemde bilindik cam şişelerde coca cola var.Ben bir şişe coca cola şişesini alıp bahçeye çıktım.Anneme"bunu abimle beraber içeyimmi"diye sordum.Annemde"onu bırak diğer küçük şişelerden birer tane alın için"dedi.Bu daha güzeldi çünkü daha fazla içmiş olacaktık.Veysel abim bunu içerden duymuş,benden önce mutfağa gidip kendisine bir şişe schweppes almış.Salonun kapısı mutfağa doğru açılıyordu.Kapı yarım açılmışsa mutfaktan geleni görmüyorsun,mutfaktan gelende seni görmüyor.Abim elindeki şişeyle koşarak mutfaktan çıkıyor,bende abimden habersiz mutfağa doğru koşuyorum.Her ikimiz tam kapının köşesinde karşıkarşıya geliyoruz ama hızla koşarak.Varın gerisini siz düşünün,biz elimizde şişelerle kafa kafaya çarpıştık.Yere düştüğümde elimdeki şişe kırılmış kola yerlere akmıştı.Ben kolaya üzülürken abimin, koluma baktığını farkettim.Kırılan şişenin bir parçası bileğimi kesmiş,oluk gibi kan akıyor.Ben kolumu görünce feryadı bastım,içeriye annem girdi,abim dışarıya kaçtı.(Bu sahneyi biryerlerden hatırlıyorsunuz değilmi?)Annem hemen kesilen yerin üst tarafından bir tülbent bağladı sıkı bir şakilde.Kan akışını yavaşlattı,sonra hızlı bir şekilde malum adrese Şişli Etfal Hastanesine gittik.Nede olsa çocuğum,elim kesik ama annem"sana simit alayımmı"dediğinde hemen evet demiştim.Elimde simit doktorun yanına girdik,doktor bileğime baktı,üç damar kesik dedi.Annemin bağladığı tülbent işe yaramış,fazla kan kaybetmemişim.Bileğime dikişler atıldı,kol yukarıya bağlandı.Bir ay kadar o şekilde gezdim.Bu halimi biraz kullandım,özellikle Veysel abime karşı.Suçlu olduğu için benimle evcilik oynuyordu,nazlanmama katlanıyordu.Evcilik oynarken yine yapacağını yapıyordu.Sigara şeklinde sakızlar vardı,oyun oynarken onlardan alıyorduk.İkimizde birer paket almıştık,birbirimize misafirliğe giderken ikram edecektik.Abim sürekli bana misafir geliyordu,her geldiğindede sigara yani sakız ikram ediyordum.Ben ona bir türlü gidemiyordum.En sonunda dayanamadım,sordum"ben sana niye misafirliğe gelemiyorum,hep sen bana geliyorsun?"Abimin her yaptığı şeye bir mantıklı açıklaması vardı."Kızım,ben erkeğim,misafir ağırlamayı nerden bileyim?Sen kızsın,bunları bilmen lazım.Senin iyiliğin için,kendim için değil"dedi.Beni ne kadar düşünüyor değilmi?Canım abim.Tabii sakızlarıda bitiriyor bu arada ama olsun benim iyiliğim için...

iki kardeşimin sünnet maceraları

Erkek çocuklarının hem en büyük korkuları hemde büyüdüğünü isbat etmesi neye bağlıdır?Tabiiki sünnete.İki abim daha önce sünnet olmuşlar,sıra iki küçük kardeşime gelmişti.Babamın vefat etmesinden dolayı büyük bir tören olmadı.Aile ve eş dost arasında yapılan bir düğündü Göksel ile İbrahim'in sünneti.Göksel biraz daha büyük olduğu için fazla sesi çıkmıyordu,ama İbrahim"sünnet olmam"deyip ağlıyordu.Yaşım ufakta olsa nede olsa ablayım ya kardeşime kıyamıyorum.Onu susturmanın yolunu buldum."Sen ağlama,korktuğunu belli etme,sünnetçi gelince ben seni kaçırıcam"deyip onu kandırdım.Sünnetçi gelipte onları içeri alınca İbrahim başladı bağırmaya"yalancı,hani beni kaçırıcaktın?sana inanmıycam artık".Güvenini sarsmıştım ama başka çareside yoktu,neticede sünnet oldular.Bizde olaylar bu kadar hafif atlatılmıyor ne yazıkki.Esas olanlar bundan sonra oldu,İbrahime değil Göksel'e oldu.İki kardeşimde sünnet yataklarında acının biraz hafiflemesiyle uykuya dalmışlardı.O zamanlar her çocukta olan kağıttan maskeler vardı.Bizdede çizgi roman kahramanı Tommiks'in arkadaşı doktorun maskesi vardı.Veysel abim maskeyi yüzüne takıp,üzerinede bir çarşaf sarıp,yatağın baş tarafına geçmiş.Korku filmlerindeki o ürkütücü ses tonuyla"Göksel,sesime gel sesime,Göksel"deyince,Göksel gözlerini bir açıyorki tepesinde maskeli bir hayalet.Anne!! diye seslsnirken daha fazla konuşamayıp kekelemeye başladı.Annemin odaya girmesiyle,abimin çıkması bir oldu.Yoksa malum son olacaktı.Veysel abim olayı ucuz atlatmıştı ama Göksel uzun bir süre kekelemeye devam etti.Neyseki sonra konuşması düzeldi.Mükemmel akıcı konuşması ve bilgileriyle bizlerin gurur kaynağıdır Göksel'imiz.

4 Eylül 2011 Pazar

babam yanımızdaydı.

Anlattığım ve bundan sonra anlatacağım olayların hemen hemen hepsinde babam aramızda değil.Ama bu olayda yaşıyordu,yanımızdaydı.Benim kolumun kırılmasını daha önce yazmıştım.Abim tarafından kırılmıştı.Benim olayımın sabahında ablamın kolu kırılmıştı.Sabah erken saatte evin önünü süpürmek için sulamış,daha sonrada ıslak zemine basıp kaymıştı.Yerden kaldırdığımızda ablam kolunu tutuyordu.Ozamanlar bu işlere bakan kırıkçı çıkıkçılar vardı.Hastaneye gidilmezdi.Annem,ablamı kırıkçıya gitmek için ikna edemedi.Aynı gün içinde bende kolumu kırınca,akşam babam geldiğinde"yarın kırıkçı Pehlivanı çağıralım"dedi.Ablamla bende bir korkuki sormayın.Sabah beklenen kişi geldi adı üstünde Pehlivan,iri yarı adam.Ben ağlıyorum dokunmasın diye,dokunmak ne kelime,kolumuzu bükecek,yerine oturtacak.Öyle söylüyor.Neyse ben feryat figan,yaptırmam diyorum.Ablam sessiz,kaderine razı bekliyor.Beni sakinleştirmek için"önce ablanınkini yapalım,korkulacak birşey yok göreceksin"dediler.Aman allahım ablamı ele bir aldı,bacaklarının arasına sıkıştırdı,kolunu çeviriyor.Ablam acıdan ağlıyor.Birde alçı yerine tuzlu hamur yapıp kola sarıyor.Ben oralarda dururmuyum?Kaçıyorum,tutup tekrar getiriyorlar.Ablamın kolunu hamurla sararlarken nereden kaçayım diye bakınıyorum,etrafımızı sarmışlar.Bende yere oturdum,sonra dikkatlerini benim üzerimden çekip,ağlayan ablama çevirince,bacaklarının arasından kaçmaya çalıştım.Tabiiki yine yakaladılar ve Pehlivan'ın önüne oturttular.İşte kıyamet o zaman koptu,benim çığlığım ortalığı yıkıyor.Sonuç,ikimizinde kolu meşhur hamurla sarılı,evin içinde gezip aynı yatakta yattık.Babam ikimizide oyalamak için,acımızı azaltmak için etrafımızda döndü.Babam bana hep"Gülle kızım"derdi.Gülle kızım dayanır dediğinde,acımı belli etmemeye çalışıyordum,babamın dayanıklı kızıydım.Benim bu cesaretli halimi seviyordu herhalde.Kollar iyileşti,herzamanki yaramazlıklara devam.Babamla aramdaki bu güzel bağa değinmişken,beraber yapmaktan zevk aldığım,akşamları beraber çay içmekti.Babam çayı çok severdi,en büyük keyfi eve geldiğinde demli çay içmekti.Bende yanına oturudum,bir bardak çayda bana dolduruduk.Sende benim gibi çayı seveceksin,derdi.Sabah işe gittiğinde,yada seyahate çıktığında anneme"benim çay hakkımı gülle kızıma ver"derdi.Gerçektende çayı çok seviyorum,belkide babamla paylaştığım için.İçtiğim her çayon bir bardağı babam için...

3 Eylül 2011 Cumartesi

bir doğum ve mucizeler

Birazcık başa dönmek istiyorum,ama oldukça başa.Bu benim tanık olmadığım ama anlatılan bir olay.Yüksel abimin doğumu.Üç çocuğun ölümünden sonra annemin abime olan hamileliği 7 ayda bitiyor,yani abim 7 aylık.Gününü tamamlamamış ufak bir bebek,annemle babam yine bir korku içinde,ya bunada birşey olursa?Babam kurban kesiyor,adağını yerine getiriyor.bu zamanda erken doğum artık problem değil,hatta çok çok erken doğumlar bile.Bebekler küvezde gününü tamamlıyor değilmi?Peki 1958 yılında,Kars'ın bir köyünde,küvez olma olasılığı varmıdır?Yoktur değilmi?İşte burada bizim insanlarımızın pratik zekası ortaya çıkıyor.Köyün yaşça büyük,güngörmüş kadınlarından,Saltanat nene bebeği bir kazanın altına pamuklar içinde koyuyor,sadece anneyi emmek için kucağa alınıyor.Bir nevi küvez işlemi yapılıyor.Abim 2 ay kazan altında kalıp gününü tamamlıyor ve tosun gibi bir bebek oluyor.Evet,bizim abimiz,belli bir zaman sonrasında babamızın yerini alan,hepimizin imdadına hala yetişebilen(ki bunu nasıl yapabiliyor şaşırıyorum)hareketliliğinden,yakışıklılığından hiçbirşey kaybetmeyen Yüksel,böylesine mucizevi bir şekilde hayata asılmış.O bizlere fedakarlık yaptıkça biz büyüdük.Kendisi büyümeden,gençlik yıllarından zevk alamadan,hepimizle tek tek uğraştı,ilgilendi.Bu kadar büyük sabır,sahiplenme duygusu..Acaba kazanın altındamı bir keramet vardı?Abim benim,hepimizin kahramanı.Onu çok çok seviyorum,seviyoruz.

31 Ağustos 2011 Çarşamba

Bayram.Bayramlar!!!

Ne güzeldi bizim çocukluğumuzdaki bayramlar.Hani televizyonlarda yaşça büyük,ünlü kişiler çıkıpta"nerdeeee o eski bayramlar"dediğinde,benim için çokta birşey ifade etmezdi.Ne farkı olabilirdiki,bayram herzaman bayramdır,diye düşünürdüm.Ama gerçekten bazı değerlerin artık değiştiğini,bayramların sadece tatil olarak değerlendirildiğini,anne-baba ziyaretleri bile,bayram tatilinden birkaç gün önceye alındığını(çünkü tatile gidilecek)görüp yaşayınca,bende artık"nerdeeee o eski bayramlar"diyorum.Neydi peki eski bayramların özelliği?Benim için bayram demek,yeni kıyafetler demekti.Sınırsız şeker,tatlı yemekti,harçlıklarımızı,en azından bir bölümünü,istediğimizgibi harcamaktı.Sokakta akşamın geç saatlerine kadar oynamak demekti bayram.Bayram,annemize anneler gününde aldığımız şekerliğin içini,elimizde poşetlerle gezdiğimiz evlerden topladığımız şekerlerle doldurmak demekti.Yeni alınan kıyafetleri,başucumuza koyup yatmaktı bayram.Bayram temizliği bizde biraz yorucu olurdu.Her bayram öncesi ev temizliği haricinde,o zamanlar çok kullanılan alimünyum tencereleri arap sabunu ve telle temizlenirdi.Bunu sevmezdim çünkü,ellerimiz ve tırnaklarımızın içi siyah olurdu.Birde en sevdiğim,işte bayram geldi dediğim an,annemin sadece bayramlarda kullandığı halılar,kilimler,yatak örtüleri ve perdeler ortaya çıkardı.Onları sardıktan sonra evin içinde gezerdim.Kilimlerin,halıların üstüne basmak o kadar hoşuma giderdiki.Yatak odasına girip,annemin kadifeden yatak örtüsüne elimi sürerdim.O kadife örtü elimi her gezdirdiğimde renk değiştirirdi,açık koyu kırmızı olurdu.Günlük kullandığımız çaydanlıklar kalkar,yerine yenileri çıkardı.Bayram özeldi işte.Herşeyin en güzelini kullanırdık.Her bayram muhakkak yeni birşey giyerdik,bu çorap olabilir,bir kazak olabilir,üzerimizde yeni olmalıydı.Bayram sabahı çok erken kalkılır,kahvaltı yapılırdı.Sonra büyükten küçüğe sıraya girerdik.Annem ayakta dururdu.Önce abim annemin elini öper onun yanında dururdu,sonra ablam annemin elini öpüp abimi öper,oda abimin yanında dururdu.Bu böyle yaş sırasına göre devam ederdi.Özellikle işte bu bayramlaşma törenini özledim.Ben güzel bayramlar yaşadım,umarım herkes için güzel bayram anıları vardır.

22 Ağustos 2011 Pazartesi

iki yastık arası sinema..benimkinde Türkan Şoray var seninkinde?

Sinema hayatınıza ne zaman girdi?Ben biraz erken tanıştım.Büyük beyaz perdeylemi?Hayır onu yıllar sonra görebildim,benim daha doğrusu bizim sinemamız evimizdeydi.Hiç kafanızı yormayın sinema sistemi,film makinesi gibi şeyler yoktu ama hayal gücümüz vardı.Hayalin bir sınırlaması yok,sonu yok.Herşey sen nasıl istersen öyle oluyor,keşke hayattada böyle olsa.Neyse biz evdeki sinemaya dönelim.Evimizde divanlarımız vardı,hemde gündüz oturmak için,hemde gece yatmak için.Divanda otururken sırt kısmında birazcık sert doldurulmuş yastıklar olur hemen çökmesin,dik dursun,görüntüsüde güzel olsun diye.Ben,Veysel abim ve Göksel bu divana uzanıp,ayrı ayrı iki yastık arasına kafalarımızı sokup karanlık duvara bakarak hayalimizde bir film oynatırdık.Ben kız olduğum için herhalde genelde türk filmleri olurdu benim sinemamda!Abimlere sorardım "bende Türkan Şoray var sizde ne var".Onlardada çoğunlukla Cüneyt Arkın olurdu yada kovboy filmleri.
dışarıdan bakıldığında deve kuşu gibi görünüyorduk herhalde,birde sesli tepkiler verirdik sanki gerçekten orda film oynuyormuş gibi.Bu fazlasıyla duygusal veya abartı gelmesin sizlere ama gerçekten o iki yastık arası sinemada izlediğim filmin tadı şimdi ne büyük sinemasalonlarında,nede evde dev ekran tv nin karşısında var.Nerde o eski sinemalar (bizimki bayağı eski değilmi?)

hadi sayışalım!....

Sayışmak nedir biliyormusunuz? Hani bir oyuna başlarken mesela saklambaç oynarken, kimin ebe olacağını tespit etmek için sayarsınız.İşte sayışmak o.Kafiyeli, birbirlerine benzeyen,anlam ifade etmesi çokta önemli olmayan kelimeler dizisi.Hatırladınız değilmi?Portakalı soydum,başucuma koydum,ben bir yalan uydurdum.Daha devamıda var,bu bilindik olanı.Birde zamanın olaylarına, sanatçılarına,dizilerine göre söylenenler vardı ki bence en güzeli onlardı.Mesela aklıma gelen bir tanesini paylaşayım."Seksen seksen yüzaltmış,sementa burnunu oynatmış,anan çilli,baban çilli,avukat petroçelli".Bunlar dizi film kahramanları;sementa bir cadı ama tatlı cadı,dizinin ismide bu zaten "tatlı cadı".Petroçelli anlaşıldığı üzere avukat.İşte o zamanlarda bile televizyon,diziler hayatımıza hatta oyunlarımıza bile girmişti.Ozamanlar dizi ve filmler daha az olduğu için konuları karakterleri hala hatırlıyabiliyoruz.Şimdiki tv lerde bir akşamda izlenilen diziler o zamanlar aylarca süren bir zaman zarfında seyredilirdi.Televizyonun olması lüks dönemlerde babacım bizlere kıyamayıp eve almıştı.Aslında bir nevi komşularıda kurtarmıştı,çünkü o dönemde televizyonu olmayanlar olanların evine gidiyordu.Bizi düşünsenize;hadi İbrahim bebek gelemiyor,geriye kaldı 5 çocuk,hurra komşuya.Evet evet bence en çok komşular sevinmiştir.Televizyonun açılış ve kapanış saatleri vardı.Her ikisindede İstiklal marşı çalardı.süre az kıymetli saatler.Bir gün tv açık bizlerde seyrediyorduk ama farkında olmadan teker teker oradan ayrılıp başka şeylerle ilgilenmeye başladık.Bir ara annemin yanımıza gelip"eee hepiniz burdasınız,o televizyon kime çalışıyor?Gidin karşısında oturun boşuna çalışmasın"dediğini hatırlıyorum.Kapatmak aklımıza gelmedi yada zaten belli saat yayın yapıyor o zaman içinde açık kalsın diye düşünüyorduk ve bizde tv nin yanına gittik orda oynadık veya işimizi yaptık,tv boşa çalışmasın diye.

21 Ağustos 2011 Pazar

bir daha yaşamak istesek olurmu?

Başımızdan geçen olayları anlatınca içimde bir burukluk,tekrar o yılları yaşamak isteği ama bu defa doyasıya yaşamak,hep bir arada oluşumuzun değerini bilerek yaşamak.Olmaz değilmi?Biliyorum,o yüzden bu anılar çok önemli benim için.Sanki hiç ayrılmayacakmışız gibi,yaşayacağımız en büyük acının babamın vefatıyla sınırlı kalacağını zannederek,dolu dolu yaşadığımız çocukluğumuz.İşte o günlerden birisi daha.En küçük kardeşim İbrahim henüz bir kaç aylık,ayakta duramıyor.Bizim oyuncağımız gibi elden ele geziyor.Veysel abim İbrahim'in ellerinden tutmuş gezdiriyor,adım atışları hoşumuza gidiyor.Daha doğrusu adım atmaya çalışması.Odanın içinde gezdiriyor abim.Odada annemle babamın yatakları var.Eski karyola dediklerinden.Ortası yaylı somyadan(bu yaylarla ilgili bir anıda var anlatacağım) ayakları birbirine vidalarla tutturulmuş bir karyola.Veysel abim İbrahim'i gezdirirken annem yine ikaz etme gereği duydu,sanki olacakları tahmin etmiş gibi."Dikkat et o çocuk ayaklarının üstünde duramıyor,bir sakatlık çıkarma"dedi ama geç kalmıştı.Çünkü abim o esnada kardeşimin ellerini bırakmıştı,yürüyebilecekmi diye.İbrahim elleri bırakıldığı an bir iki adım atamadan gitti karyolanın vidalarla dolu olan ayağına kafasını çarptı.Görünüşte birşey yoktu ama İbrahim'i oradan almak istediğimizde bir baktıkki vida kafasına saplanmış.Ablamın ağlayışıyla annem odaya girdi vee sizce ne demiş olabilir?Evet "Veysel! yine ne yaptın"diye bağırdı.Veysel abim akşamın ilk saatlerini dışarda geçirdi,annem sakinleşti,İbrahim'in kafasında çok büyük birşey olmadığı görüldü.Herşey normale döndü,bir sonraki olya kadar.

20 Ağustos 2011 Cumartesi

küçük bir odada körebe oynarsan....

Annecim yorucu bir çamaşır yıkama gününün ardından bitkin bir şekilde yatağa uzanmıştı.Annemin çamaşır günü gerçekten çok yorucu geçerdi.Yıkanılacak ne varsa annem yanına yığardı.Ozaman makinede yok,elde yıkanıyor çamaşırlar.Akşama kadar sürerdi bu iş.Hepimiz çocuğuz,kirletiyoruz haliyle.Böyle bir günün sonunda annem dinlenmek için uzanmış,belkide biz sessiz olabilsek uyuyacak bile,ama nerde bırak sessiz olmayı,aynı odanın içinde ben,Göksel ve Veysel abim körebe oynuyoruz.Sırayla ebe oluyoruz,sıra Göksel'e geldi.Göksel'in gözlerini abim bağladı,yönümüzü kolayca bulamasın diye onu kendi etrafında çevirmeye başladı.Bu arada annem yattığı yerden abime"Veysel yine bir olay çıkaracaksın başıma,yapmayın uslu uslu oturup oynayın"dedi ama biz oyuna devam ettik.Abim Göksel'i çevirdi,çevirdi,kendiside odanın diğer ucundaki sandığın üstüne çıkıp Göksel'e "sesime gel,sesime gel" diyordu.Kardeşimde kendi etrafında o kadar döndürüldüğü için abimin sesinin geldiği yerin odadaki diğer yatağın üstü olduğunu düşünmüş.Hani derler ya ayağı yerden kesildi diye, işte kardeşimin ayaklarının yerden kesilipte yatak diye düşündüğü sandığa doğru uçuşunu görünce korkudan gözlerimi kapattım.Ama "küüüttt"diye bir sesle yeniden açtım.Göksel çenesini çok kötü bir şekilde sandığın köşesine vurmuştu.Tabii annemde bu sese yataktan fırlayıp"Veysel yine ne yaptın"diye bağırdı.Abim hızlı hareket ediyordu,iyikide bunu yapabiliyordu yoksa annem onu bir yakalarsa hali haraptı.Abim evden dışarıya kaçabildi ama Göksel'in durumu çok fenaydı.Çene parçalanmıştı.Hemen Şişli Etfal Hastanesine,yani annemin bizlerden herhangi birimizi yaralı halde götürdüğü, sık sık ziyaret ettiğimiz yer.Abimemi ne oldu? O babam eve geldiği saatte yada babam seyahatteyse annemin sakinleştiği zaman eve sessizce girip hemen yatardı.Bu kurnazlığı sayesinde işin içinden çabuk çıkardı.Şu dipnotuda düşmeden geçemiyeceğim anlattığım bu olaylarda başımıza gelen her hasarda abimin payı çok ama en çokta o üzülüyordu.Bizlere çok düşkündü.





































bir peynir nasıl elde edilir




Yazının başlığına bakarak peynirin yapılışını anlatacağımı zannetmeyin.Ben kendi hakkından başkasınıda istiyorsan nasıl elde edilir onu anlatacağım.Tabiiki olayın kahramanı Veysel abim!Kahvaltı sofrasındayız tüm aile olarak,bir tek babam yok oda seyahatte.Annem hepimizin önüne o zamanların en meşhur peyniri Karper peynirden birer tane verdi.Bildiğiniz gibi bu peynirlerden şimdide farklı markalarda var.Tek tek folyolara sarılı krem peynir.Hepimizde birer tane olduğu için kıymetlide o canım peynir.Veysel abim kendi peynirini yedikten sonra yanında oturan ve titizliğiyle meşhur Göksel'in peynirine kazara çarpmış gibi yapıp yere düşürdü.Aman allahım masada kıyamet koptu.Göksel abime "peynirimi yere düşürdün,pis oldu,ben yemem bu peyniri"diye bağırıyor.Abim herzamanki sakin,işini bilir edasıyla ne yapayım,kaza oldu falan diyor ama Göksel dinlermi?Yere düşüp pis olan peyniri abime yedirterek ona ceza vermek istiyor.Peynir ambalajlı,kirlenmesi mümkün değil ama Göksel'e bunu kabul ettiremiyoruz.Abimde işi iyice sağlama almak için "yemem ben bu peyniri,kirlendi o dedikçe Göksel ,yiyeceksin! diye bağırıyor.Abimde sanki zorla,sırf annem ona kızmasın,Göksel'in dediği olsun diye peyniri yiyor.İşte birkaç gün arayla kahvaltı soframızda tekrarlanan Göksel'in titizliğinin abime yaradığı peynir,daha doğrusu bir Karper peyniri olayı.











18 Ağustos 2011 Perşembe

veysel abimle anılarımızdan biri

Abim elinde Galatasaray takımının posteri ile evin içinde gezinip onu asacak yer arıyordu,bende çok masum(?) bir şekilde masada oturmuş yemek yiyordum.Abim birden duvara baktı,asacağı yeri bulmuştu.Bana"kalk ordan sandalyeye çıkıp resmi duvara asıcam" dedi.Bende o zamanlar Fenerbahçeliyim, şimdi hiç bir takımı tutmuyorum,inadım tuttu kalkmam dedim.Resmi asıcam kalk, hayır kalkmam derken abim sandalyeye ben varken çıkmaya çalıştı.Bende kolumu sandalyenin üstüne doğru atmıştım.Abim yukarı asabilmek için sandalyenin üst kısmına basayım derken koluma bastı,benim kol kırıldı.Tabi evde yine annemin değişmez sözleri.Veysel, yine ne yaptın!Veysel abim kapıdan kaçar.

16 Ağustos 2011 Salı

bir okul anısı

Babamdan sonraki ilk 23 nisan bayramı ve tabiiki biz babam zamanından alışık olduğumuz için törene kıyafetli katılmak istiyorum.Annem okula gelip öğretmenle görüşmüş.Benim bu olanlardan yıllar yıllar sonra haberim oluyor.Öğretmenime durumumuzu anlatıp maddi sıkıntı içinde olduğumuzu ama bizim bu sıkıntıyı hissetmemizi istemediğini,törenlere bir şekilde beni dahil etmesini rica etmiş.Öğretmenimizde çok iyi birisiydi,annemle düşünüp taşınıp beni masrafsız nasıl törene katacaklarını ayarlamışlar.Öğretmenim anneme beyaz etek ve beyaz gönleğim olup olmadığını sormuş,annemde gömleği var etek bulurum demiş.Biz komşudan gidip kızının eteğini istemiştik,neden istediğimizi sorduğumda dükkanlarda kalmamış demişti.
öğretmenim ertesi gün bana okulda hadi bakalım yine şanslısın 23 nisanda bu görevi sadece sana verdik ,sen çiçekçi kız olacaksın önünden geçen korteje elindeki sepetten çiçek atacaksın,bembeyaz giyinip melek gibi olacaksın demişti.benim çiçek sepetim yokki dediğimde sen merak etme onu ben ayarladım herkes çiçekleri seçemez diye beni kandırmıştı.Ama çocukluk işte nerden aklıma gelecek masraf yapmadan hiçte planda olmayan bir görevi bana çok önemli bir şeymiş gibi anlatacakları.Gerçektende törende benden başka çiçekçi kız yoktu,ve ben görevimi büyük bir gururla yaptım.

hep sıkıntı anlatmayalım değilmi?

Hayatımız zorluklarla geçti ama ben çocukluğumuda,kardeş ilişkilerimizide olaylarıda hep güzel tarafından düşünürüm.Herşeyi hüzünlü tarafından bakarsak o günleri üzülüyoruz deyip hatırlamak istemeyiz.Ben aksine aklımda kalan tüm anıların birini dahi unutmak istemiyorum ve her bir araya gelişimizde güzel birer anı olarak hatırlayıp konuşmak istiyorum.Sıkıntılarımız dediğim gibi çoktu ama işin güzel tarafı, bizler hiç kopmadan birbirimize kenetlenerek sıkıntıları aştık.Bu başarının tek mimarı vardı oda ANNEM! Siz annenizi ne kadar sevdiniz?Ben çok çok sevdim.Anlatacağım herşeyde annemin payı büyük.Aslında ben çocukken yaptığımız yaramazlıkları,aile içi sohbetlerimizde anlattıklarımı yazacaktım,ama bir girişi olmadanda yazamadım.Kısa kısa olayları anlatırken Annemi işte o zaman daha iyi tanıyacaksınız.Eğer bu yazdığıma amatörce hikaye dersek işte annem bu hikayenin baş kahramanı.  Haaa!başka kahramanlarda var tabiiki!

kaldığımız yerden devam

Çalıştığı fabrikanın kapanması,yeniden iş aramak zorunda kalışı,bulduğu işin verdiği yorgunluk babamı halsiz ve bitkin olarak eve getiriyordu.İçtiği sigara ve çayında etkisiyle vücudu çok yorgundu.
bir akşam işten yorgun gelip ayaklarını her akşam yaptığı gibi duvara dayayarak dinlendirdikten sonra bizlerle ilgilenip sohbet ettikten sonr(ki bunu her akşam yapardı) yorgun bir şekilde yattı.Gecenin bir yarısı biz annemin ağlama bağırmasıyla uyandık,babam yatağında kalp krizi geçirerek vefat etmişti.Bizleri bundan sonra hiç bilmediğimiz bir hayat,zorluklar ve sıkıntılar bekliyordu.Hiç birimiz bunun farkında değildik.Annem ve Yüksel abim haricinde.Nasıl olsunki hepimiz çocuğuz,en küçüğümüz 2yaşında.Ama büyüyeceğiz,hemde hızlı bir şekilde yaşımızdan daha olgun,sıkıntılara daha dayanıklı,değişen hayatımıza alışmaya çalışarak.Hiçte kolay olmadı ama....

15 Ağustos 2011 Pazartesi

Babam ve annem Kars'tan İstanbul'a gelirken sadece büyük abim Yüksel varmış,tabii ondan önce 3 tane bebek ölmüş.İstanbul'a yerleştikten sonra bizler dünyaya gelmişiz.Babam o zamanların meşhur deterjanı POP-PURO-FAY fabrikasında çalışmaya başlamış.Zamanla bizlerin büyümesi,evin kira oluşu,okullarımızın başlaması ile geçim gittikçe zorlaşıyordu babam için.Yinede her isteğimizi yerine getirmeye çalıştılar.Babam İstanbul dışına mal götürürdü kamyonla.Zamanın çoğunu dışarda geçirirdi.Eve gelişi bizim bayramımızdı,hem babamızı görecektik,hemde babam seyahatlerden gelirken eli kolu dolu gelirdi.Geçtiği şehirlerde ne meşhursa ondan alır gelirdi.Adana'dan geçiyorsa karpuz,Afyon'dan geçiyorsa kaymak,sucuk,karadenizden gelirkende fındık gibi aklınıza gelebilecek herşeyi bizlere getirirdi.Evimiz dolar taşardı.geçim zordu ama biz yokluğu hiç görmedik babam sayesinde.
..

13 Ağustos 2011 Cumartesi

          Veysel! yine ne yaptın? Bu ses annemin sesi.Küçük abim yani Veysel abim biraz hareketli bir çocuktu.Altı kardeştik yaşlarımız birbirine yakın ama farklı yapıda altı kardeş.En büyüğümüz Yüksel abim.Babam 44 yaşında vefat ettiğinde Yüksel abim sorumluluğu üzerine çoktan almıştı.Beş kardeşin sorumluluğu  1976 ve sonraki sağ sol olaylarının yoğun olduğu İstanbul gibi büyük şehirde hiçte kolay değildi.Sonra ablam Sevilay.Narin yapısı olan bir kız.Annemin istediği gibi kibar, saygılı, sessiz, ev işinden iyi anlayan.Üçüncü sırada Veysel abim.Evin en hareketlisi.Aslında benim en iyi anlaştığım kardeşim,çünkü bendede biraz yaramazlık var.Dördüncü sırada ben geliyorum yani Nuray.Evin ikinci yaramazı, ams ben yinede kız çocuğu olduğum için biraz daha uslu olmam gerekiyor(muş).Benden sonra erkek kardeşim Göksel geliyor.Kıvırcık saçlarıyla, titizliğiyle, sakinliğiyle örnek çocuk.Ve son beşiğimiz İbrahim.Babam ve bizim erkek çocuklarının ismine uyumlu bir isim olsun diye direttiğimiz,ama annemin Kur'andan bir isim olsun diye tutturduğu 3 ay içinde isimsiz kalmıştı küçük kardeşim.Tabiki sonunda annemin dediği oldu.Evet kardeşler tam takım buyuz.Tabiki takımın başında annem ve babam var.Babam Kemal,çok az gördüğümüz babam iş seyahatlerine çıkardı kalan zaman azdı onu görmek için.Sonrası ebediyen göremedik 1976 aralığında kaybettik. Annem! bu kelimenin arkasına ne yazılabilirki anlamı artsın diye.Annemiz işte. Bizi bu günlere getiren büyük insan.Kimlikteki ismi Kızlarhanım ama biz tüm tanıyanların kullandığı ismi ile Ballı.